Pages

7 Mart 2017 Salı

Bilge Panpong

Geceydi. Karla kaplı dağın eteğinde yılan gibi kıvrılan yolda arabasıyla ilerliyordu. Bir anda otomobilin tekerlekleri kilitlendi. Sağa ve sola doğru yalpalayarak kaymaya başladı. Sürücü hızlı refleksleriyle aracı yolda tutmaya çalıştı. Ayağını gaz pedalından çektiği halde otomobil gittikçe hızlandı. Hızla viraja yaklaştığını gördü. Araba dönemece yaklaşınca etrafında dönmeye başladı. Adam kontrolü kaybettiğini anladı. Gözlerini kapattı ve otomobili büyük bir gürültüyle virajdaki bariyerleri parçalayarak uçurumdan düştü. Sayısız takla attıktan sonra ters bir şekilde durabildi.
Birkaç dakika sonra baş ağrısı ve kulağındaki çınlamayla gözlerini açtı. Devamı için lütfen tıklayın

Garip Yolcu

Sabahın ilk saatleriydi. Yağmurdan sonra, puslu ve soğuk hava, rüzgârın getirdiği toprak kokusunu yolcunun burnuna doldurdu. Uçsuz bucaksız yemyeşil ovada, balçığa dönmüş yolda, dörtnala ilerliyordu. Atın toynaklarından ahenkle çıkan şıp şıp sesini bir çığlık bozdu. Az ileride, bir başına duran ağaca doğru, beş kişinin bir kadını sürüklediğini gördü.
Karadan siyah, yelesi kızıl bineğini adamların yanında durdurdu. Birinin yanlarında belirdiğini fark eden adamlar, kadını sürüklemeyi bırakıp, at sırtında yolculuk yapan kişiye yöneldi. Baştan aşağı zırhlıydılar. Adamların lideri olduğu anlaşılan biri, atlıya yaklaşıp, yanında durdu. Devamı için tıklayın...

31 Aralık 2016 Cumartesi

Altın ve Gümüş Irklar

Savaştan sonra insanlık küllerinden yeniden doğdu, acaba doğru mu var oldu?
Bilimin altın vuruş yaptığı şehir. Hüzünlü, görkemli ve felaket dolu Safinus adlı şehrin insanları anısına…
Şehir, bilim insanlarının üzerinde titreyerek durduğu ve güzel doğası olan adada kuruldu. Teknolojinin nimetleri sonuna kadar kullanıldı. Bolluk, bereket doluydu bu şehir. Ağaçtaki meyve dalından alındığı gibi, yenisi hemen yerini alıyordu. Ölen ağaçlar veya çimler hemen yenileniyordu. Bu adanın bir özelliğiydi. Ada, sakinlerini en iyi şekilde yaşatacak yapıdaydı.
Büyük Mantar Savaşı’ndan ders çıkartıldı. Silah üretimi yasaklandı. Savaşma isteğine neden olan gen yok edildi. Zamanın yol göstermesiyle, yeni bilim insanları, canlı yaşamının uzun ömürlü olmasını sağlayan geni keşfetti. Bunu fırsat bilip, yeniden düzenlediler ve insan ömrünü on bin yıla kadar uzatmayı başardılar. Bu gelişmeyle beraber, istedikleri gibi insan yaptılar. Ve böylece çöküşün düğmesine bastılar. Adayı genetik yolla inşa edenlere Altın Irk, ağır işler için geliştirilen insanlara, yani kölelere Gümüş Irk denildi.  Devamı için tıklayın

22 Kasım 2016 Salı

Breips

Gizemleri araştırmak için hayatını yollarda tüketmişti. Her karşılaştığı ilginçlikleri, ömrü boyunca yanında taşıyacağı defterine kaydediyordu. Eğer zaman ona izin verirse,  yolculuğu sırasında tanık olduklarını kitap haline getirmeyi düşünüyordu. Orkasis şehrine bu amaçla geldi. İlginç şeylerin yaşandığı garip bir şehirdi Orkasis. Şehir, binlerce yıl önce yıkılan medeniyetin harabeleri üzerine kurulmuştu. Bu kadim şehir, her türlü düşmana karşı beyaz taşlardan örülmüş, sağlam duvarları olan surla bedenlenmişti. Kapkara gecede bile, beyaz alev gibi aydınlatırdı geceleri. Bu nedenle karanlığı delen inci anlamında Orkasis ismi verilmişti. Devamı için lütfen tıklayın 

8 Kasım 2016 Salı

Genetik Ada

Balta girmemiş ormanın derinliklerine, kuş cıvıltıları, farklı türden hayvanların çağrıları ve yakınlarda melodi gibi akan nehrin büyüleyici sesi eşliğinde daldı. Buraya ayak basan kişinin ilk kez kendisi olduğunu düşündü. Fakat birden, karşısına yıkık dökük harabelerin olduğu, ormanın hazmettiği bir yerleşim yeri çıktı. İskelet artıkları, yıkılmış, her tarafı yosun ve ağaç kaplamış harabeler haricinde, bir canlı dahi bulamadı. Şaşkınlıkla etrafı incelerken, yerleşim yerinin girişinde tabelaya benzeyen bir levha, dikkatini çekmişti. Adam levhaya yaklaştı, paslı ve yosun tutmuş tabelayı parmak uçlarıyla sildi. Çok zor da olsa okuyabilmişti. “Genetik Adaya Hoş geldiniz” “Kuruluş: 2768” Devamı için tıklayınız

14 Aralık 2014 Pazar

HB-ST250: Çorak Topraklar | Servet Tursun

Loş ışıkta koltuğuna oturmuş, ellerine bakmaktaydı. Zihnini elleriyle tartıyormuş hissine kapıldı bir an. Aslında avcunun içindeki çizgilere bakmış ve ellerinin babasınınkine ne kadar benzediğine şaşırmıştı. İşte o an anıları zihnine boş bir bardağa doldurulan su gibi dolmuştu. Babası elli beş yaşındayken annesiyle evlenmiş, bir yıl sonra da mutlu evliliğin meyvesi doğmuştu. Çocuk yavaş, ağır, zorlu şartlar altında eğitimini sürdürürken, yirmi yaşında şerefsiz bir kadınla tanışıp evlenmişti. Babası, kadının ne mal olduğunu çözmüş fakat oğluna bir türlü bu düşüncesini kabul ettirememişti. Çocuk, ne bilecek yaşlı başlı adam deyip babasını terslemiş ve kendi hayatında onarılamayan yaralar açılmasına neden olmuştu. Şimdi otuz beş yaşına merdiven dayamıştı, babasını daha iyi anlıyordu.
Masa örtüsündeki kırıntıları silker gibi bir el hareketi yaptı ve bu sayede zihnindeki düşünceleri uzaklaştırdı. İşe koyulma vaktiydi. On yıldır hayvanlar üzerinde çalıştığı deneyini bir insanda uygulamış ve başarılı olmuştu. Kimse anlamasın diye bu deneyi ölüm döşeğindeki babasına uygulamıştı. Şimdi annesi komadaydı, aynı yöntemi, deneyecekti. Doğruldu, hastanedeki yaşlı annesini ziyaret etme vakti gelmişti.